Türkler ve At


     Sahip oldukları atları, tabiatla iç içe yaşadıkları hayatlarını kolaylaştırıyordu. Savaşlarda düşmanları, barış zamanlarında da dağlar ve mevsimlerin zorluklarını aşmak atlara bağlıydı. Bozkır insanının tabiatla olan ilişkisini ve düşmanlarına karşı üstünlüğünü en önce atları belirliyordu. Bütün seferler ve zaferler ata bağlıydı. At olmazsa ve beslenemezse akıncı bir yerden bir yere gidemezdi. Tam olarak atlı göçebe bir hayat onların karakterlerinin temelini oluşturuyordu. At, av ve akınlarla dolu bir yaşayış şeklini herkes benimsemek ve en üstün düzeyde uygulamak zorundaydı. Bu yaşayış şekli özel bir insan tipi yaratmıştı. Kuvvetli, cesur, avcı ve akıncı... 
     


     Yeryüzünde atı ilk defa ehlilleştiren millet, bozkırda yaşayan Türklerdi. At ehil hayvanlar arasında en hızlı gideniydi. At sayesinde hızlı akınlar yapmak mümkündü. Bu yüzden at sürüleri bozkırın başlıca servet aracıydı. At sadece bir binek hayvan değil; aynı zamanda yiyecek, içecek ve giyecek kaynağıydı. At sürülerini otlata bilmek için de göçebe olmak gerekiyordu. At sayesinde akıncılık meslekleri olmuştu. Her erkek bir savaşçı ve akıncı olarak doğuyor, at sırtında yaşıyor, at sırtında uyuyor, yemek yiyor ve at sırtında ölüyordu. Kuş nasıl kanadıyla anılırsa Türk de atıyla anılıyordu. Çocuklar üç yaşına gelince önce koyunlar üzerinde binmeyi öğreniyor, sonra da tayların üzerine bağlanıyorlardı. Atla vücutları bütünleşinceye kadar eğitiliyorlardı. Bu eğitim hem çocuk, hem de at için önemliydi. Çocuk atı tanıyarak iyi bir binici olurken, at da binicisine alışıyor, binicisinin at üzerinde yaptığı hareketleri öğreniyordu. Bu yüzden iyi birer binici olan alpler, at üzerinde gerktiğinde dizginleri bırakarak istedikleri yöne gidebiliyor, ok atabiliyorlardı. Atlar, binicilerinin ve gerilen yayların çıkardıkları seslere alışkınlardı. Bu yüzden alpler at üstünde peş peşe ok atışları yapabilirdi. Çocukluklarından itibaren at üstünde ok atma talimleri yapan Türklerin geliştirdikleri en önemli teknik, vücutları etrafında yüz seksen derece dönerek, omuzları üzerinden geriye doğru atış yapabilmeleriydi. Bu atış tekniği onların düşmanlarına karşı üstün gelmelerini sağlayacak bir teknikti. İyi yetişmiş bir süvari alp, iki saniyede bir atış yapabiliyordu. At üstünde dörtnala giderken aynı hedefe önden, yandan ve hedefi geçtiklerinde vücutlarının üst kısımlarını geriye döndürerek atış yapabiliyorlardı. Bu hız hedefin kısa sürede yok edilmesi demekti. Süvariler, yaptıkları eğitimlerle bedenlerinin üst kısımlarını alt kısımlarından bağımsız hareket ettirmeyi öğreniyorlardı. Yapılan talimler sonrası omuz ve kol adaleleri kaya gibi sertleşiyordu. Okun atıldığı elin üç parmağı çocukluktan beri nasırlaşıyor, oku bir mengene gibi sıkı tutup germelerine imkan sağlıyordu. At üstünde ok atarken zamanlama çok önemliydi. Gergin kolun uzunluğu kadar, göğse doğru çekilen okun atılma zamanı bir bilinçaltı melekesi gibihiç düşünmeden, atın dörtnala giderken ayaklarının tamamen havada kaldığı anlara denk geliyordu. Atın ayakları yere değdiğinde, yeni bir ok kirişe takılmış ve gerilmiş oluyordu. Hedefi vurmaları için, gözle görmeleri yeterliydi. Özellikle nişan alacak zamanları yoktu. Buna rağmen isabet oranları yüzde yüzdü.

Yorumlar