Türklerde Av Seremonisi

     Ekonomik hayat açısından eski Türkleri inceleyen Ziya Gökalp, dört tür üretim ilişkisinin varlığından bahsediyor.

     - Avcı Türkler (Tibet sığırı ve kuşları avlarlar)

     - Sürü Sahibi Türkler (koyun, keçi, at, deve, sığır sürüleri yetiştirirler)

     - Çiftçi Türkler (buğday, arpa, pirinç, darı, mısır ekerler ve meyve yetiştirirler)

     - Sanatla uğraşan Türkler (demircilik, silahçılık, keçe ve halı sanatları, kuyumculuk sanatı icra ederler)

     Göçebe toplulukların hayatına baktığımızda hayvancılıkla avcılık atbaşı gitmiştir. Ancak, öncelik avcılıktadır. Çünkü bugünkü evcil hayvanların kendileri de önceden vahşi hayvanlardı. İnsanoğlu onları avlayıp evcilleştirmiş veya yaşayabilmek için etini, derisini kullanmak amacıyla avlamıştır. Böylece ortaya avcılık sanatı çıkmıştır.

     Eski avcılık geleneği bugünkü Türk boyları arasında Kazak ve Kırgız Türklerinde bütün canlılığıyla devam etmektedir. 

      Hayvan ehlilileştirme ve yetiştirme kültürünün Orta Asya' da ilk defa göçebe Türkler arasında ortaya çıktığını ve zamanda Altaylardan Kafkaslara kadar yayıldığını tarihi kaynaklardan öğreniyoruz.

     " Av " ve " Akın " ın bir yaşam biçimi olduğu Oğuz Kağan Destanı' nda " at " birinci sırayı almakta; Dede Korkut Kitabı' nda buna sürü de eklenmektedir. Zira ata nazaran deve ve koyun daha ağır, yerleşik hayata daha yakın bir hayat tarzını gerektirir. 

     Dede Korkut kitabında insanların servetleri söz konusu olduğunda, paradan pek söz edilmeyip bunun esas itibarıyla hayvanlardan meydana geldiği çok açık bir şekilde görülmektedir.

     " Tavla tavla şahbaz atlar, katar katar kızıl develer, ağılda tümen tümen koyun" sık sık geçen ifadeler arasındadır.


     Orta Asya Türk kabilelerinin genel adı olan Kao- çi' lerin (Töles) bilhassa batı gruplarında büyük sürek avları düzenlediğini ve bu av törenlerine paralel olarak dini törenler yaptıkları belgelerle sabittir. Bu sürek avlar, Selçuklular ve Osmanlıların ilk devirlerinde gelenek halinde devam etmiş ve daha sonra Osmanlılarda adı belli bir teşkilat halini almıştır.

     Dede Korkut' ta Oğuz beyleri ava çıkmadıkları günü, boşa geçmiş bir gün olarak değerlendirirler. "Salar Kazan' ın Evinin Yağmalandığı Boyu' nda Salur Kazan: " Ünüm anlayın beğler, sözümü dinleyin beğler. Yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu. Yürüyelim a beğler, av avlayalım, kuş kuşluyalım, sığın geyik (maral geyik) yıkalım, dönelim otağımıza düşelim, içelim, hoş vakit geçirelim! "

     İslami dönem destanlarında av öğesi diğer öğelere oranla zayıf kalmaktadır. Yalnız destanlardaki olayların ilk halkası olacak şekilde av öğesi yer almaktadır. 

     Mesela, Battal Gazinin babası Hüseyin Gazi, Malatya Emiri Numan' ın oğluna hediye etmek üzere ava çıkar ve bir geyiğe rast gelir. Geyik onu kendi dağına çeker ve bildiğimiz mağara efsanesi doğar.

     Destanlarda geçen "geyik" Türklerce kutlu bir hayvan olarak tanınır. Efsanelerdeki geyik, daha ziyade "Dişi Geyik" tir. Bunlar, Tanrı ile ilgisi olan birer dişi ruh özelliğindedir.

     Diğer yandan eti yenen hayvanlardan ceylan, sığır, dağ keçisi gibileri için de "geyik" adı kullanılır.

Yorumlar