Saka Destanı - Şu Destanı



     Sakalar en eski Türkler olduğu için bunlara ait destanlar, en eski Türk tarihinin izlerini taşımaktadır. Saka destanı millattan önceki 7 -4 'üncü asırların vukuatına aittir ve iki parçadır: 'Alp Er Tunga' ve 'Şu' parçaları.

     İskender'in batı Türkistan'a geldiği zamana, yani milattan önce 330-327 yıllarına aittir. Destan şudur:

     Zülkarneyn (İskender) Semerkand'ı geçip de Türk ellerini almak istediği zaman Türk padişahı 'Şu' adında bir gençti. Bunun büyük bir ordusu vardı. Balasagun yanındaki Şu kalesini yaptıran bu adamdır. Şu kalesinde her gün beğleri için 360 nöbet çalınırdı. O zaman bu padişaha denildi ki: 'Zülkarneyn' yaklaştı. Bu adamla savaşalım mı ne yapalım? Bize ne buyurursunuz?...

     Halbuki 'Şu' Hucend vadisinin kıyısına kumandanlarından 40 kişi göndermişti. Bunlar öncü olacak ve İskender'in geçtiğini haber verecekti. Bu gönderilen takım, İskender'in çerisinden hiç kimse farkına varmayarak geçmişti. Bunun bir gümüş havuzu vardı. Bu havuzu seferberlikte bile taşıttır, su ile doldurtarak içine kazlar, ördekler salıverirdi. Kendisine 'ne yapalım? Savaşalım mı? ' diye sorulduğu zaman bunu soranlara şöyle dedi: ' Şu kazlara, ördeklere bakın. Havuzda nasıl yüzüyorlar?' Onun bu sözü üzerine halkın yüreğine od düştü. Sandılar ki hükümdar savaş için hazırlanmış olmadığı gibi bir tarafa çekilmek için de hazırlanmış değildir.

     Derken Zülkarneyn ırmağı geçti. Hükümdarın gönderdiği öncüler geceleyin ona geldiler. Zülkarneyn'in ırmağı geçtiğini söylediler. Bunun üzerine hükümdar geceleyin davul çaldırdı. Doğuya doğru yürüdü. Önce hazırlık olmayarak hükümdarın yürümesinden halk arasına bir ürküntü düştü. Binecek bir hayvan bulanlar kendisini o hayvanın üzerine bıraktı ve hükümdarla birlikte gitti. Herkes birbirinin hayvanını almıştı. Sabah olunca düz bir ovada ordu kuruldu.

     O zaman Türkistan'da Taraz, İspicab, Balasagun hepsi sonradan yapıldı. Ahali çadır içinde yaşıyordu. Hükümdar ve ordu böyle gidince orada aileleriyle birlikte 22 kişi kaldı. Bunlar geceleyin yüklerini yükletecek hayvan bulup da gidememişlerdi. Oğuz boyları bunlardan doğmuştur. Bu 2 kişi yayan olarak gitmek yahut bulundukları yerde kalmak için düşünüyorlardı.

     Derken bunlara iki kişi rastladı. Bu iki kişi eşyalarını sırtlarına yüklemişler, ailelerini de beraberce almışlar, ordusunun izini tutarak gidiyorlardı. Halbuki yorulmuşlar, yük taşımada terlemişler ve bu sırada bu 22 kişiye rastlamışlardı. Bu iki kişi o adamlarla konuşup danıştılar, 22 kişi şöyle dediler: 'Erler, şu herif (yani İskender) gelip geçici bir adamdır. Bir yerde duramaz. Nasıl olsa buradan geçer gider. Bizde yurdumuzda kalırız'. Ve o o iki kişiye Türkçe şunu dediler: ' Kal, aç'. Bunun mânâsı 'bekleyin, durun, eğlenin'dir. Sonra bunların çocuklarına 'Kalaç' denildi. İşte 'Kalaçlar'ın kökleri bunlardır ki iki boydur.

     Derken Zülkarneyn geldi. O 22 kişiyi gördü. Baktı ki bunlar saçlı insanlardır. (uzun saçlı olacak) ve üzerlerinde Türk âlâmetleri var;bunları görünce kimseye sormadan bunlar 'Türk mânend' dedi ki mânâsı 'Türk'e benziyorlar' (1) demektir. Bu ad o adamlar için bugüne kadar kaldı. Bu Türkmenler esasen 24 boydur. Fakat Kalaç boyu olan iki boy bazı şeylerle bunlardan ayrılmışlardır. Onun için bu iki boy bunlardan sayılmaz. İşte Türkmenlerin aslı budur.

     Hükümdara gelince o Çin tarafına geçti. Zülkarneyn de bunların ardına düştü. Zülkarneyn Çin'e yaklaştığı, yani Uygur yakınında bulunduğu zaman Türk hükümdarı bununla çarpışmak üzere bir kuvvet gönderdi. Bunların hepsi gençti. Veziri hükümdara ' Sen İskender'e karşı gençleri gönderdin. Onlarla birlikte yaşlı ve savaşta denenmiş birisinin de bulunması gerektir.' dedi. Hükümdar çok yaşlı mânâsına gelen 'üge' dedi. Vezir 'evet' dedi ve yaşlı bir adam gönderdi. İskender de bir öncü kolu göndermişti. Türk kolu Zülkarneyn'in öncülerine gece baskını yaparak bozguna uğrattılar. Türkler'den biri Zülkarneyn'in çerilerinden birini kılıçla beline kadar ikiye böldü. Ölü, beline altın dolu bir kemer bağlamıştı. Kemer kırıldı. Altınlar kana bulaşık döküldü. Ertesi gün Türk çerileri kanla bulaşık altınları gördüler. Birbirine 'altın, kan' dediler. O civarda bulunan büyük bir dağ bu adla adlandırıldı. Bugün oraya 'Altın Han' deniliyor.

     Sonra Zülkarneyn, hükümdar ile barıştı. Uygur şehirlerini Zülkarneyn yaptı. Bir müddet oralarda kaldı. Zülkarneyn çekilince 'Şu' döndü. Balasagun'a gelip şimdi Şu denilen bu şehri yaptı. Oraya bir de tılsım koydurdu. Bugün leylekler o şehrin karşısına kadar gelir fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın tesiri bugüne kadar sürmektedir.

     Bu destanda göze çarpan esaslar şunlardır:

     1- İskender Türkistan'a geldiği zaman Türkler'in çoğu doğuya çekilmişler, Türkmenler yani Oğuzlar kalmışlardır.

     2- İskender'in Türkistan'da sonuna kadar ilerleyememesi, mukavemet görmesinden dolayıdır.

     3- Türkistan'da büyük şehircilik hayatını ilerleten iskender olmuştur.

(1) Burada acemce bir cinas vardır. 'Türk mânend' Türk'e benziyor demektir. Fakat bu söz 'Türkmân end' şeklinde yazılıyorsa 'Türkmen'dirler' demek olur. Divânü Lûgat it - Türk'te İskender acemce konuşuyor gösterilmektedir.

KAYNAK: ATSIZ - TÜRK EDEBİYATI TARİHİ

Yorumlar